10 Ekim 2010 Pazar

Bu Hafta Okul...


Ben ne yazayım da millet okusun. Monoton okul hayatımı mı? Gülse Abla'ya bak(Gülse Abla dediğim, Gülse Birsel oluyor. Hani Avrupa Yakası'nı yazan muhteşem kadın var ya o. Bu aralar 'Gayet ciddiyim' adlı bir kitabını okuyorum da...) gitmiş İsviçre Lady Okulu'na, kadında malzeme var. Ya da Cem Yılmaz'ın dediği gibi, karı-koca sünnetçilerden kadın olanının Cem Yılmaz'a denk gelmesi onun kaderiyse o n'apsın? Benim kaderim de bu. Sıkıcı yazılarımla sizi boğmak nihaha!
Gerçi bu yazıların çoğunu kendim için yazıyorum, iyi geliyor. Azıcığını da sizin için yazıyorum. Katlanıverin gaaari :)

Madem elimizde bir tek monoton okul hayatım var, ona geçelim...

Her sabah okula gitmemek için nedenleri sıralıyorum aklımda; ama artık pek teklif etmiyorum annemlere. Gitmem gerektiğini kabullendim, geçerli bir neden bulmadıkça başka şansım da yok. Her çarşamba ders programı çok ağır. Her perşembe çok hafif, cuma günü de ilk iki dersten sonraki program, okuldan kaçmak için birebir! Elbette kaçmıyorum. Laf işte.

Bu haftaki öğle aralarından birinde Velet'in arkadaşlarına masa tenisinde 'kral' oyununu öğrettim. Çok da güzel oldu. Artık beni 'Veled'in ablası' olarak değil de Veled'i, 'rengarenk'in kardeşi' olarak tanımalarını istiyorum. Yetti be! Gelen giden Veled'i övüyor. Yok çok komikmiş yok süper voleybol oynuyormuş yok çok tatlıymış. Geçen gün ben de çamur attım ona, ne yapiyim ben de insanım, ben de kıskanabilirim. Sonra da utandım zaten. Bir daha yapmayacağım. 'Hıhı' der geçerim daha iyi. Bi atasözü geldi aklıma, buna da cuk oturdu:
'Sen dost kazanmaya bak,
Düşmanı anan da doğurur.'
 
Bu hafta bütün öğle yemeklerini yalnız yedim; ama içimde acayip bir dinginlik vardı, hoşuma gitti. Özellikle de öğle tenefüslerini yalnız geçirme işine bayıldım. Sınıf bomboş oluyor. Yemekhaneye gidiyorlar. Yemekhane sırasında beklemeye üşendiğim için yemeğe katılmadım. Ben de elma yiyorum, o bile fazla gibi geliyor aslında. Getirmeyi unutursam da ekmek arası bir şeyler alıyorum kantinden.

Bir kere de yemeği okulun biraz yan tarafına kalan bankta otururken yedim. Ora ne güzel yahu... Yemyeşil dağları izliyorsun, (Övünmek gibi olmasın ama manzaralı okulum var yeaa ).

Yemyeşil dağ deyince aklıma önce Artvin sonra da bizim köy geliyor tabi. Köydeki sisteme hayranım... Salata yersin kabuğunu ineğe atarsın. Et yersin kemiğini köpeğe atarsın. Asla 'çöp' denen bir şey olmaz. Cips kutusunu atsan kim yiyecek, toprak bile kusar onu görünce. Sonuç olarak besin döngüsünü iyi değerlendirmek hem maddi açıdan hem de manevi açıdan karlı bir şey...

Gittim baktım okul kütüphanesine, okuyabileceğim kitaplar da gördüm hani. Şaşırdımm, evet, bir okul kütüphanesinde güzel kitaplar görmek şaşılacak bir şeydir. 'Bunun hikmeti ne yahu?' dedim, geçen yıl öğrencilerden kitap toplamışlar ve edebiyatçı eleyerek güzel olanları almış, ondanmış meğer. Gülse Birsel'in kitabını aldım işte... Halk kütüphanesi sistemine alışmışım. Bir haftada kitap bitmeyince içim gıcıklandı.

Bizim kızlar 'Tenefüslerde boş dolaşmamız lazım' diyerek dakikaları doldurmaya çalışıyorlar, tuhaf. Ben de o sırada canım ne istiyorsa onu yapıyorum. Uyuyacaksam uyuyorum, test çözeceksem çözüyorum, kitap okuyacaksam okuyorum, arada sırada da aşağı iniyorum. Aslında tuhaf değil, benim de bir arkadaşım olsaydı ben de onla dışarda dakika doldururdum herhalde. Yakındığımı sanma sakın. Bu minik minik biriken dakikalar aslında epey ediyor. Hatta o kadar ediyor ki okulda günde 100 sayfadan fazla okuyabiliyorum. Yani okula her gün götürseydim kitabı, biterdi şimdiye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Çorbada senin de tuzun bulunsun ;) :)