30 Ekim 2010 Cumartesi

Mamm mimm mumm...2

Çariçe beni mimlemiş. Teşekkür ederim efenim... :)
Şimdi efenim mevzu tam olarak şöyle; yaşadığımız tüm sıkıntıları geride bırakıp, sevmediğimiz insanlardan, yapmaktan daral gelen işlerden uzağa bir tatile gidiyoruz. Bizi yolcu etmeye gelmiş üstelik gıcık olduğumuz herkes. Alayına çalımlı bir bakış fırlatıp arabamıza bindikten sonra, geride kalanları çatlatırcasına müziğin sesini sonuna kadar açıp, tozu dumana katarak oradan uzaklaşıyoruz. Şimdi sizden istediğim, mimlediğim herkes bindiği arabanın resmini ve son ses açtığı şarkının adını, sözlerinden bir bölümü ve söyleyen solistin resmini yayınlayacak.

İşte araba;


Hennessey Venom




Avril Lavigne
Avril Lavigne- My Happy Ending (Çohoş bi ritmi var çok seviyorum... Lakin link veremiciiim kusura bakma, ara bul. :) )

You were everything 
Sen her şeydin

everything That i wanted
her şey.bunu ben istedim. 

We were meant to be supposed to be
Biz gerekliydik, olmalıydık

But we lost it 
ama onu kaybettik 

All of our memories so close to me 
Bana çok yakın olan tüm hatıralar 

Just fade away
kaybolup gitti 

All this time you were pretendin
Bu kadar zamandır rol yapıyordun

So much for my happy ending(2)
Mutlu sonum için çok fazla 

Youve got your dumb friends
Senin aptal arkadaşların var 

I know what they say
Ne dediklerini biliyorum 
 
They tell you im difficult
sana benim zor olduğumu söylüyorlar 

But so are they
Ama onlar da öyle 

But they dont know me
Ama beni tanımıyorlar.

Do they even know you?
Seni bile tanıyorlar mı? 

All the things you hide from me 
Benden sakladığın şeylerin hepsini

All the shit that you do
Yaptığın bütün b.kları 



Benim mim mam mum'larım;
Seyacim
Anormal
Kitap gibi kız

Mamm mimm mumm...



'Mim' ne tatlı bi kelime böyle... Acaba neden mim demişler? Mimm mammm mummm öyle de bişi vardı müzikte diğğ mi... Isınmak için yapıyorduk. Neyse efendim biz ilk mimlerimiz şerefine nail olmuş mimlerimize geçelim:
"Bir gün içinde sevdiklerimiz için yaptığımız şeylerin neler olduğu"yla alakalı bir  konuyla Kitap gibi kız beni mimlemiş.''

Sevdiklerim; şimdi bu kelimeden anladıklarımız:
Ailem, dostlarım, kendim ve Allah.

Ailem,
Ailem için n'apıyorum... Ailem için daha napcam yeaa xD Misal, annemin dert kutusuydum, eskisi kadar değilim gerçi; ama gün içinde benimkiler yetmiyormuş gibi annemin dertleriyle uğraşıyorum.Bir de diğer genel yardımlar var tabi, masa hazırlama, toplam, makine boşaltma... Evdeysem annem hiç acımaz; 'Çalış köleee!' diyerekten işleri yaptırtır. Ben de yaparım; çünkü hafta içinde o benden çoook daha fazla çalışır. Karabük'e gelmekle hala fedakarlık yaptığımı da düşünmek gibi vazgeçemediğim bir düşüncem var. Başka şansım da yoktu; ama olsun yine de fedakarlık denir buna xP Babam desen, ııı bazen ona ders çalışmasında yardım ediyorum. Bi de kardeşim Velet var. Onun için de ders çalışmasına yardım etmek, yapamadığı soruları yapmak, canı sıkıldığında onunla evin ortasında masa tenisi oynamak ve eve masa tenisi masası alma hayallerini dinlemek, eve gidip gelirken çenesini çekmek ve onu halaaa sevmek (gerçekten büyük başarı ve bir ilk ve tek xD ) gibi yararlarım var. Tabii ailedeki her bireye olan genel yardımlarım da var: Her sabah namaza uyandırmak, ben ders çalışınca ailedeki herkesin motive olması gibi...

Dostlarım,
Dostlarım için... Onlar genelde uzakta oldukları için gün içinde anca mesaj atarak konuşma yardımım oluyor. :( Naber, nasılsın ve sonrasında da günlük dertler falan filan... Bi de sadece onun doğum gününü hatırladığım caaanım dostum Kedime'me hediye göndermeye çalışmak gibi işlerim de var. Ona da hala gönderemedim yeaa... :S Denk gelmiyor bir türlü! Sinir oluyorum.

Kendim,
Yazı yazıyorum, resim çiziyorum, fotoğraf çekiyorum, geleceğim için ders çalışıyorum. Bunların hepsini 'kendim' için yapıyorum. Bi de kendim için ibadet ediyorum, rahatlıyorum, mutlu oluyorum, dünya zindanına dayanma gücüm oluyor yeaa :)

Allah,
O'nun için yapabileceğim bir şey yok ki... O benim için her şeyi yapmış. Her şeyi yaratan, en güçlüye ne gibi bir yardımım olabilir bilemeyeceğim... 

İşte benim sevdiklerim bunlar. Yaptıklarım da bunlar... Bu sorgulamayla da sevdiklerim için aman aman bi şey yapmadığımı fark ettim yeaa xD Beni mimlediği için de Kitap gibi kız'a çoook teşekkür ederim :) Safranbolu'ya hala bekliyorum seni! xD

Bi de benim 'mim mam mum'ladıklarım...

Çariçe
Seyacim
A'normal'

27 Ekim 2010 Çarşamba

Yeni Blogum; Rengarenk Fotoğraflar...


Sadece kendi eklediğim fotoğraflardan oluşan yepyeni bir blog açtım :)
Güzel anlar geçirmen dileğimle... :)
Tek tık;

23 Ekim 2010 Cumartesi

Merak ediyorum: Yetenekli insanlarla aynı gezegenden miyim?



Bazen kendimi çok değersiz hissediyorum. Özellikle de yetenekli insanların yanında. Nasıl böyle oluyorlar, aklım almıyor. O yüzden onların Marslı olduğunu filan düşünüyorum veya benim işe yaramaz bir gezegenden geldiğimi filan;  çünkü onların yaptıklarını ben hayatta yapamazmışım gibi geliyor. Babam arkadan konuşuyor: 'Sadece yetenek değil, çalışma da var.' Burda 'yapabilirsin yeaa' diyip sırtıma tap tap vuran insanlar çıkıyorlar karşıma. :) Teşekkür ederim o insanlara. Ne yazık ki yapamazmışım gibi gelmeye devam ediyor.



Ejder Kulesi' nin  şu (kesinlikle tıklamanızı tavsiye ederim) konusunu gezdikten sonra da böyle bir his çöreklendi içime. Özellikle de Natalie Shau'ya hayran oldum. Tekrar tekrar baktım resimlerine. Öyle üzülüyorum ki photoshop bilmediğim için... :( Oturup ağlarım şimdi heaa öyle... Dur dedim, benim de resimlerim var, benim de yazılarım var; ama hevesim bir yumruk gibi takıldı boğazıma. Cuma günü yazdığım taslak geldi aklıma:

'Eski hikayelerime hala yorum yapıldığını gördüm bi sitede. Nasıl göğsüm kabardı anlatamam. Ama buraya o hikayeyi eklemeye üşeniyorum. Ayrıca onlar eskide kaldı xP Eski şeyleri ısıtıp ısıtıp önüme koymak da kötü oluyor. 'Bende hiç ilerleme yok yeaa' gibi hissediyorum. Resimde de böyleyim. Bir dosyam var, sürekli aynı resimler. Yenilerini eklediğim yok xP '



Neyseki yeni bir hikaye yazıyorum. Dönüşüm onlarınki kadar süper olmasa da bir dönüşüm olacak yani xD Kedime'min bana hediye ettiği adı Mavi Kebelek olan deftere yazmaya kıyamıyordum; ama bu hikayeyi bitirdiğimde ona geçireceğim ve bloguma tabi ki... :)

Karar verdim: Çekeceğim resimlerimin fotoğraflarını ve yayınlayacağım yakında. Sırada üşenmeyip resimlerini çekmek var... :)



Hem benim okul, dershane, ygs, lys, öss telaşımdan yazı yazmaya, resim çizmeye vakit mi kalıyor? Ben de dünyanın önde gelen doktorlarından olup değerli hissederim diğğ mii... :) İlle de sanat mı olmalı? Severim sanatı; ama doktorluğu daha çok severim... :)

Dışardan nasıl gözüküyor bu evin içi acaba?


‘Dışardan nasıl gözüküyor bu evin içi acaba?’ diye fısıldadım kendi kendime. Sahi… Çok mutlu mu görünüyordu evin içindeki insanlar? Ya da pencerelerdeki menekşelere bakınca çok mu huzurlu görünüyordu? Balkondaki iki kişilik koltuğa oturan insanların hiçbir sorunu yok muydu acaba? Nasıl öyle rahat rahat oturuyorlardı?
Gerçekte yaşadıklarımızı fark edince düşte ne kadar yapmacık olduğumuzu fark ediyordum. Mutlu insanlar, menekşeler, rahatlık, kahkahalar... Hahaha!... Ne kadar da yapmacıktı tüm bunlar, ne kadar da mide bulandırıcı.
Bir ses duyuyordum:’Aileden başka kimse insana yakın ol…’ devamı gelmiyordu. ‘Olamaz mı diyecekti acaba’ diye düşünüyordum. Bu cümleyi onlarca kez daha duymuştum sanki; ama anımsayamıyordum. Karşımda bir surat vardı, yarım yamalak. Sol tarafı görünmüyordu mesela... Buharlanmış gibi. Kıpırdıyordu koca bir ini andıran ağzı ve bazen çatık, bazen yukarı kalkık kaşları. Bir burnun etrafına sıralanan iki göz ve mavi renk… Mavi renk insanı rahatlatır derler. Ben baktıkça stresle doluyordu içim.
O sırada balkona, aslında gözlerimin içine bakan ve net gözüken birini görüyordum. Ve şöyle fısıldıyordum: ‘Dışardan nasıl gözüküyor bu evin içi acaba?’ Zaman duruyordu benim için ve balkondan aşağı bırakıyordum kendimi. Uçaktan paraşütle atlayan biri gibiydim; tek fark benim paraşütümün olmamasıydı. Üçüncü kattan yere çakıldığımda kemiklerimin çatırdaması bir camın kırılmasını anımsattı bana, sadece biraz daha tok bir sesti. Ama canım acımıyordu; bu sadece bir düş(üş)tü.. Ayağa kalktım, üstüm ne kadar da tozlanmıştı. Belimi sağa sola döndürüp kemiklerimin kütürdemelerini iyice duyduktan sonra üstümü silkeleyip hala balkona, yani gözlerimin içine bakmakta olan adama doğru ilerledim. Yanına gittiğimde ben de balkona; kendime ve yanımdaki mavi gözlüye baktım. Cidden rahat görünüyordum. Adamın kulağına eğilip şöyle fısıldadım: ‘Aslında ne mutlu ne de rahat…’ Bu kadarı yeter de artardı. Bir filmi geri sarar gibi, çakıldığım zeminden balkona ilerleyip yerime oturduğumda gözlerim hala adamdaydı. Yoluna devam ediyordu, beni o balkonda öylece bırakarak.

22 Ekim 2010 Cuma

Birkaç fotoğraf... :)

Rengarenk kalemleri çok sefiormmm :) Defterlerim bunlarla rengarengarenk!

Hiç de üşenmedim, telefon yasak olmasına rağmen derste çektim fotoğraflarını xP O yüzden biraz kalitesiz...

İşte o 'korkunç ev'... Her dershaneye gidişimde gördüğüm, her gördüğümde tırstığım...

Safranbolu manzaralarından, geçen yıl çekmiş olmam gerek.
Macuuuunnn...

Macun arabası ve yalancı at :)

Şekerler...Şekerler ve şekerler!

17 Ekim 2010 Pazar

Safranbolu Kent Ormanı


Bu hafta pek yazı yazasım yok.
Ama fotoğraf çekesim vardı, çektim.E madem çektim onları yayınlayayım bari 

:)

Cumartesi günü kahvaltıya Safranbolu Kent Ormanı'na gittik.

 


  
Veled'in eli ve Yabani Safran :)
 

 




Yabani Safran'lar; çok güzeller yahu.
 


Noel süsü gibi...
 





Buz Devri'ndeki sincaba göndercem bir torba :)
 
Aynı yerdeki ve aynı türdeki yaprakların; kırmızı, sarı ve yeşil olması hem tuhaf hem güzel :)
 


Bu da eve getirdiğim çiçeğim... :) Çok tatlı bişi di mi? :)

İntihar & Hayat

Bu yazıyı amelie'nin yazdığı şu yazıya yorum olarak yazdım; ama çok uzun olunca yayınlanmadı. O yüzden burda yayınlıyorum. Bu arada, Amelie'nin blogunu gezmenizi tavsiye ederim. Ben sevdim... :)

Kötü zamanlar geçirdim, o aralar ben de çok düşünüyordum intihar etmeyi. Sürekli inancım geri çeviriyordu; alında inancım da tam değildi. Sürekli düşünüyordum ama... 'İntihar etsem ne olur? İntihar etsem kurtulur muyum?' Yurtta bir kız vardı. İki kere teşebbüs etmişti. Onunla çok benziyorduk. İkimizin de insanlardan bunaldığı için hayali arkadaşları vardı. İkimiz de hayali arkadaşlarımızla konuştuğumuz için diğer arkadaşlarımız tarafından korkulu gözlerle izleniyorduk. İkimiz de arkadaşsız kalıyorduk ya da yanımızda birileri oluyordu; ama aslında yanımızda olamıyorlardı . Konuşsan 'çıldırmış' diyip bir daha konuşmak istemiyorlardı. Ya da çok edebi mi kaçıyorduk ne... Bazen tartışan bir ikisi çıkıyordu, anlatamazsın ki derdini. 'Bıktım, önemli bulduğum hiçbir şey yok bu hayatta' diyemezsin ki, öteki yandan yarım olan inancın gelir aklına 'Allah'ı önemli buluyorum aslında.' diye geçirirsin, hayır O'nu hissedemezsin. Önemli bulman gerekir; ama hissetmiyorsundur. Aklın beş para etmez insanlarla yaşayamadığın sosyalliğe takılmıştır. 'Ben problemli miyim ki?' diye fısıldarsın, 'acaba ölsem ne olur?' ama hayır; ölemezsin; ölmemelisin. Bu hissedemediğin ama var olduğunu bildiğin Allah'ın kuralıdır. O canı sen almamalısın, bunu biliyorsun; ama başka çaren yok gibi geliyor. Ya da kolay yolu yok demeli. Aklının içindekiler bir netleşse! Bir netleşse! Hissedeceksin belki de; ama arılar vızıldar o aklının içinde; netleştiremeszin.

'Yalnızlık' güzeldir dersin, buna kendini inandırmaya çalışırsın; ama yalnızlık çoğunlukla dibi görünmeyen bir kuyu gibidir. Ve sen onda düşerken önce güzel gelir, diğerlerinden uzaklaşıyorsun çünkü... Ama sonra gerçeği fark edersin. Bu düşüş hep böyle devam eder. Sonu yok. İstediğin bu değil. Yine de bir süre idare edebilirsin yalnızlıkla. Kendi kendine konuşmaktan bıkana kadar fena değildir...


Öte yandan İslam'ın temelinde de şu yatıyor: İnsanlarla yalnızlık, Allah'la beraberlik. Çünkü insanlar tam anlamıyla gerçek olamaz; ama Allah ebedidir. O seni sever, O senin istediğin her şeyi sana verebilir. Sadece biraz sabretmen gerek; bu sabredişte dahi ona yakınlaşabilmen için 'namaz' gibi güzel bir ibadeti vermiştir. Bir mezarlığa gider de konuşursun ya mezardaki ölüyle, rahatlarsın. Arada sadece toprak vardır; ama yanında olduğunu hissedersin. İşte aynen öyle, secdedeyken de bir perde kalır Allah'la aramızda. O senin her zaman yanındadır. Aldığın havada dahi vardır. Onu solursun. Bu büyük bir aşk, seni asla terk etmeyeceğini bilmekse çok büyük övünç kaynağıdır. 

Kur'an okursun. Kur'an; ölen kişinin sana bıraktığı mektup gibidir. Sana tekrar tekrar O'nu hatırlatır. O'nunla kavuşacağın günün hayalini kurarsın ve yapman gerekenleri tekrar hatırlarsın sana nasihatlenenleri. Hani hep şöyle bir sahne olur: 'Annem yanımda olsa bunu yapmamı isterdi.' İşte Allah da bunu yapmamızı ister; yaptıkça O'na yakınlaştığımız için mutlu oluruz. Her yerde ve her şeyde O'nu görürüz. Üstelik bunları O'nun rızası için yaptığımız için severiz. Malın mülkün, eşin dostun tadını sevdiğimiz için değil. o yüzden mal mülk, eş dost kaybettiğimizde de üzülmeyiz; çünkü Allah'ı hiçbir zaman kaybetmeyiz. İnsanları da sevmek için neden yok gibi gelir mesela; ama Allah yarattığı için severiz. Onun eseri, onun hatırası olduğu için...
İşte tüm bunları anladığımızda, biraz bekleriz; ona kavuşmak için.

10 Ekim 2010 Pazar

'Bu bir reklamdır'


First'ün bir reklamı var, siz de izlemişsindir. Bir kaç kişi orman gibi bir yerde gecenin bir yarısı oturuyor. Gökyüzünden gök taşları filan düşüyor onlar sakızı çiğneyince. Öyle bir ferahlama geliyormuş. Hani şelalenin su zerrecikleri yüzüne çarpar ya, öyle bir şey anlatmak istediklerini düşünüyorum.'Yeni First Sensations' (google'da bile yeni ambalajlı fotoğrafını bulamadım, kusura bakma.) O ne biçim bi reklam ya... Üzerinde 'Bu bir reklamdır.' yazmasa nobel ödülü kazanmış bir film olabilir gözüyle bile bakar, oturur izlerim; bitince de hayıflanırım 'Reklam mıydı yeaa?!' diye... Şükür ki yazıyor 'Bu bir reklamdır.'diye.
Bi de buna benzer 'Bu dizide sanal reklam uygulaması yapılmaktadır.' var di mi? O yazıyı her gördüğümde izlediğim dizideki reklamları bulma arzusuyla yanıp tutuşuyorum :):)

25 Kr'luk Kelime



Yazın gittiğim kursta hocalar bir uygulamaya gitti. Argo kelime kullanınca 25 kr ödüyorsun. '25 kr az' deme birikince çok ediyor ya... Mesela bizimki yanlış hatırlamıyorsam 64 lira olmuştu. Ne ziyafet çektik o parayla! Harca harca bitmemiş. Hocalar poşetleri taşırken zorlanmış bize 'Ne ağır küfretmişsiniz yaa' diyorlardı :)

Kurs bitince Kedime bunu devam ettirmemizi teklif etti. Ben de kabul ettim. Hala yapıyoruz, artık pek ödemiyoruz; çünkü alıştık. (L)ütfen (A)rkadaşım (N)olur bile demiyoruz, düşün yani. Yazılarımdan da fark etmişsindir zaten. Neyse, işte bu sinirlendiğim anlarda çok ihtiyaç duyuyorum küfretmeye mesela şundaki gibi:

Ben otobüs durağında beklerken iki kız bir oğlan da yolun karşısında bekliyorlardı. Kızlar bana bakıp gülüyorlardı, 'yok yaa bana değildir' dedim. Oğlan da arkasını dönüp bakınca 'ne dalga geçiyonuz! Açık bir yerim mi var?!' dicektim dimedim onun yerine 'hepinizi kılıçtan geçiririm.' dedim kendi kendime... Burdan çıkarılacak sonuç; sen sen ol, toplu konuşma yaparken görgüsüzlük yapıp hep birlikte dönüp birine bakma. Karşındaki insan yarım saattir(bu abartılan yarım saat değil, bildiğin 30 dk ) annesini beklediğinden dolayı biraz fazla kızgın ve acayip derecede 25 kr'luk kelime kullanası olup da parasına acıyor olabilir.(Ne cümle ama xP )

Dinlemek İstemeyen Çıksın!...


Hocalar dersi dinlemek istemeyenler çıksın dediğinde her seferinde 'şimdi çıksam n'olur ki?' diye düşünürüm. Bu 'isteyen çıksın' anlamında değil, 'sıkıyorsa çık' anlamında bir tekliftir. Niye bilmem hep söylerler bunu.

Bizim matematikçi de boş dersimizde yoklamaya 'tam' yazdıktan sonra ders işleyeceğini ve isteyenin çıkabileceğini söyledi. Herkesin aklını karıştırdı, n'apcağımızı şaşırdık. Gerçekten çıkmalı mıyız? Çıkmamızın sonuçları ne olur vs... Neyse bunu unutmuştum ki ders çıkışında 'Derste konuşacak olanlar çıksın, kantinde oturursunuz, yoksa ben atarım ona göre.' Tabi ki kimse hala çıkmayı düşünmüyordu ya da düşünüyordu da cesaret eden yoktu. Sınıftan sesler yükseliyor:
-Darılmaca gücenmece yok ama hocam...
-Ya çıksak mı ki? Şeytan dürtüklüyor Valla.
Sonra şöyle bir şey söyledi '5'ten az kişi olursa ders işlemem.' Tenefüs olunca tartışılmaya başlandı. 'Hepimiz çıkarsak olur, çıkmayan kişiler olursa mecbur oturulacak.' Bense 'okula geldim madem, riske girmem sınıfta otururum.' modundayım. Benim için kantinde oturmanın heyecan verici bir tarafı yok. Kitap okumayı ya da test çözmeyi kantine tercih ederim.

Sonunda ne mi oldu? Hoca da bize acıdı ve derse gelmedi :)

Ders Çalışma Aşkı


Geçen seneki sınıfım ne güzeldi, herkes ders çalıştığı için ben de zorunlu hissedip çalışıyordum. Hatta nasırlaşan kalem parmağım bile olmuştu. Ben ders çalıştığımı burdan anlarım. Çok çalışınca nasırlaşıyor gerçekten. Bu aralar orta mesela :) Bu sınıfımda pek takan yok :p Ya da evde takıp okula gelince tınmıyorlar.
Geçen gün eski sınıfımdan Buse'yle mesajlaşıyordum. Mesajları aynen yapıştırıyorum. Bir ben bir o, öyle oku.
Ben-Tamam, böhü... Sen kaç çözüon peki?
Buse-250 oluyor genelde :) ama konu çalışsam az oluyo daa
-Uh!... (Bayıldığım için cevap veremiciiim)
- :) Anladım zaten canım ;)
-Bu sayıya okuldakileri de katıyorsun di mi?
-Tabi canım yoksa olmaz en az 50 si okulda :)
-Anladım canım :) Sağol gaza getirdiğin için. Az sonra ölcem. Bitkisel hayata hazırım şimdi. Böylece biyolojiyi de daha iyi öğrencem hem.
-Tabi hem tıp hem bio bilgisi :) tıp fakültesi 1. sınıf müfredatı işte ;)
-Sonrasını morg da geçiriyon zaten. Ordaki soğuk dolaplardan birinin içine yatağı yorganı ser. Ohh mis, klimalı yurt gibi. Bişi olsa üst katta doktorlar her an müdahaleye hazır. Bunların hepsi ücretsiz! :) xp
-:) öncelik rahatlıktır bilirsin müşteri memnuniyeti :)
-Hehe, rahat oluruz canım, ölüler gürültü yapacak değil ya :)
-Tabi ki :) yok o sesli konuşuyo yok o müzik açıyo yok o matkap çalıştırdı derdi de yok :) mis mis
-Bizi tıp paklar tatlım. Bunu başaracağımıza eminim. :) Tabi kazandıktan sonra... :)
-Kesinlikle :) Tam bizlik :)
E. ve B.'yi gaza getirdim. Haftaya başlayacağız. Kızlarla program yaptık (sonunda ) Dershanenin verdiği kitaplar müfredat değiştiği için hala gelmedi de, o yüzden haftaya başlıyoruz. Dün dershanedeki sınıfım çıldırmış gibi hocalardan kitap almaya çalışıyordu.
Bi çocuk- Hocam bize kitap verin.
Hoca- Ben sana nerden bulayım kitabı. Geliyor işte yeni kitaplarınız, basımda.
Bi çocuk- Eski kitap da olur.
Hoca- Yok ki evladım olsa vereyim ( Bu da ne biçim dershaneyse eski kitapları bile yok. xp )
Bi çocuk- O zaman dershanenin eski dergilerinden verin
Hoca- Yok evladım, baktım yok.
Bi çocuk- O zaman kağıda soru yazın onu verin, onu çözelim (Burda bütün sınıf koptu zaten. Ne ders aşkıymış be!)
Hoca- (Gülmekten cevap veremiyor.)
Bi çocuk- Kağıt da mı yok! Ne biçim dershane bura yaa... xD xD

Sen bir de M.ışık'ı görecektin. Çocuk kaç gündür eskimo gibi hırkasıyla oturuyor. Tartışmada nasıl heyecanlandıysa önce kıpkırmızı oldu sonra da hırkasını çıkarıp buz gibi havada kısa kollu t-shirt üyle oturdu.
Tüm bunlar olurken ben izledim, izlerken de çok eğlendim. Biliyorum ki, kitap vermek hocanın elinde olan bir şey değil. Basımı da hızlandırmak için elinde bir şey yok. Sonuç olarak bir matematik dersimiz çarçur oldu, ona bozuldum. O kadar gitmişim dershaneye, boş vakit geçirmek için değil herhalde. Bir şeyler öğrenip evime döneceğim, evde de boş vakit geçiririm.

Bu Hafta Okul...


Ben ne yazayım da millet okusun. Monoton okul hayatımı mı? Gülse Abla'ya bak(Gülse Abla dediğim, Gülse Birsel oluyor. Hani Avrupa Yakası'nı yazan muhteşem kadın var ya o. Bu aralar 'Gayet ciddiyim' adlı bir kitabını okuyorum da...) gitmiş İsviçre Lady Okulu'na, kadında malzeme var. Ya da Cem Yılmaz'ın dediği gibi, karı-koca sünnetçilerden kadın olanının Cem Yılmaz'a denk gelmesi onun kaderiyse o n'apsın? Benim kaderim de bu. Sıkıcı yazılarımla sizi boğmak nihaha!
Gerçi bu yazıların çoğunu kendim için yazıyorum, iyi geliyor. Azıcığını da sizin için yazıyorum. Katlanıverin gaaari :)

Madem elimizde bir tek monoton okul hayatım var, ona geçelim...

Her sabah okula gitmemek için nedenleri sıralıyorum aklımda; ama artık pek teklif etmiyorum annemlere. Gitmem gerektiğini kabullendim, geçerli bir neden bulmadıkça başka şansım da yok. Her çarşamba ders programı çok ağır. Her perşembe çok hafif, cuma günü de ilk iki dersten sonraki program, okuldan kaçmak için birebir! Elbette kaçmıyorum. Laf işte.

Bu haftaki öğle aralarından birinde Velet'in arkadaşlarına masa tenisinde 'kral' oyununu öğrettim. Çok da güzel oldu. Artık beni 'Veled'in ablası' olarak değil de Veled'i, 'rengarenk'in kardeşi' olarak tanımalarını istiyorum. Yetti be! Gelen giden Veled'i övüyor. Yok çok komikmiş yok süper voleybol oynuyormuş yok çok tatlıymış. Geçen gün ben de çamur attım ona, ne yapiyim ben de insanım, ben de kıskanabilirim. Sonra da utandım zaten. Bir daha yapmayacağım. 'Hıhı' der geçerim daha iyi. Bi atasözü geldi aklıma, buna da cuk oturdu:
'Sen dost kazanmaya bak,
Düşmanı anan da doğurur.'
 
Bu hafta bütün öğle yemeklerini yalnız yedim; ama içimde acayip bir dinginlik vardı, hoşuma gitti. Özellikle de öğle tenefüslerini yalnız geçirme işine bayıldım. Sınıf bomboş oluyor. Yemekhaneye gidiyorlar. Yemekhane sırasında beklemeye üşendiğim için yemeğe katılmadım. Ben de elma yiyorum, o bile fazla gibi geliyor aslında. Getirmeyi unutursam da ekmek arası bir şeyler alıyorum kantinden.

Bir kere de yemeği okulun biraz yan tarafına kalan bankta otururken yedim. Ora ne güzel yahu... Yemyeşil dağları izliyorsun, (Övünmek gibi olmasın ama manzaralı okulum var yeaa ).

Yemyeşil dağ deyince aklıma önce Artvin sonra da bizim köy geliyor tabi. Köydeki sisteme hayranım... Salata yersin kabuğunu ineğe atarsın. Et yersin kemiğini köpeğe atarsın. Asla 'çöp' denen bir şey olmaz. Cips kutusunu atsan kim yiyecek, toprak bile kusar onu görünce. Sonuç olarak besin döngüsünü iyi değerlendirmek hem maddi açıdan hem de manevi açıdan karlı bir şey...

Gittim baktım okul kütüphanesine, okuyabileceğim kitaplar da gördüm hani. Şaşırdımm, evet, bir okul kütüphanesinde güzel kitaplar görmek şaşılacak bir şeydir. 'Bunun hikmeti ne yahu?' dedim, geçen yıl öğrencilerden kitap toplamışlar ve edebiyatçı eleyerek güzel olanları almış, ondanmış meğer. Gülse Birsel'in kitabını aldım işte... Halk kütüphanesi sistemine alışmışım. Bir haftada kitap bitmeyince içim gıcıklandı.

Bizim kızlar 'Tenefüslerde boş dolaşmamız lazım' diyerek dakikaları doldurmaya çalışıyorlar, tuhaf. Ben de o sırada canım ne istiyorsa onu yapıyorum. Uyuyacaksam uyuyorum, test çözeceksem çözüyorum, kitap okuyacaksam okuyorum, arada sırada da aşağı iniyorum. Aslında tuhaf değil, benim de bir arkadaşım olsaydı ben de onla dışarda dakika doldururdum herhalde. Yakındığımı sanma sakın. Bu minik minik biriken dakikalar aslında epey ediyor. Hatta o kadar ediyor ki okulda günde 100 sayfadan fazla okuyabiliyorum. Yani okula her gün götürseydim kitabı, biterdi şimdiye...

3 Ekim 2010 Pazar

Yorum!


Ya yorum yapacaksan yap, gidiyom bak. Sonra bütün hafta içi boyunca girmicem. Ona göre. Yorum yapmalısın. Bence. Evet, bence yapmalısın. Diğer konulara da yapabilirsin, hatta onlara yaparsan daha çok sevinirim. Yap dedim sana! Kızdığımı düşünme, egomu tatmin etmek istiyorum sadece. Şöyle demek istiyorum: 'Bak, yazılarımı güzel bulup yorum yapan insanlar var. Ne güzel! Gencim, güzelim, tatlıyım'... (Evet bunların hepsini basit bir yorumdan çıkarabilirim.)
Ayh, saçımı yıkayıp sonra topuz yapıp yatıp yarın sabah fönlenmiş gibi kalkmak istiyorum. Sonra da saçlarımı savura savura okul koridorlarında dolaşmak istiyorum. Ama hiçbirini yapmıcam.
Okulda Clark Kent gibi dolaşıp, mezuniyette Süpermen edasıyla etrafta dolaşasım var. Benim böyle tuhaf fantazilerim de vardır...
Böyle düşünen başka kimse var mı acaba?
Tamam saçmalıyorum kabul ediyorum. Tamam yaaa... Gidiyorum. Sana son bi' sözüm var: Yorum yap.Yorum yap.Yorum yap.